Sardunya Adası/İtalya
Sıra dağlarla çevrili, geniş bir vadinin ortasında, cep telefonsuz, internetsiz, sessiz, kasvetli, 200 haneli bir mahrumiyet bölgesi Asuni. Orada insanlar kendi ekmeğini ve şarabını yapıyor, domatesi ve biberiyle besleniyordu...
O yaz adada bir film festivali düzenlenmekteydi ve Eylem Kaftan da gösterilecek filmiyle beraber oraya davetliydi. En büyük sıkıntısı halktan kimsenin ne İngilizce ne de Fransızca biliyor olmasıydı. Adaya ilk geldiği saatlerde o sessiz hayatları keşfetmeye koyulduğunda aniden, yüksek bahçe duvarına kocaman siyah beyaz bir fotoğraf asan bir kadına çarptı gözüne. Fotoğrafın üstünde, açılmış bir çift avuç vardı. Saçları ensesine kadar kesilmiş bu güleç kadın, tüm sakinliğiyle resmi çakmaya çalışıyordu. Dili döndüğünce ne yaptığını sorsa da net bir karşılık alamadı. Bu bir çift avuç üzerinde tuhaf bir etki yaratmıştı.
Bisikletiyle gezinmeye devam ederken incir ve nar ağaçlarının arasında bir başka evin üst katında gene aynı fotoğrafı fark etti. Bu kez daha yaşlı ve alyanslı bir çift eldi. O an insanlar sözleşmiş gibi evlerinin önüne fırlayıp benzer fotoğrafları çiviyle çakmaya başlamıştı. Kafasını çevirip baktığında telaşlı bir sevinçle evlerin ön cephelerinde kimi yaşlı, kimi genç aynı el fotoğraflarını asıyorlardı.
Gecenin sonunda nihayet anlaşabildiği birilerini bulduğunda fotoğrafların hikâyesini öğrendi. Her şey üç yıl önce kasabadaki insanların birer birer kanserden ölmesiyle başlamıştı. Bu ani ölümlere birçok açıklama gelmişti, çoğu çevrede zararlı maddeler bulunduğuna dairdi. Kasabayı sonradan terk edip başarılı bir fotoğrafçı olmuş bir sanatçı ise ‘Hayır, demişti hiçbiri değil. İnsanlar can sıkıntısından ölüyorlar! Eğer insanlara yapacak bir şeyler bulursak bu onlara şifa verecektir’ demiş ve bu fotoğraf projesini başlatmıştı. Köydekilerin her birinin ellerininin resimlerini çekmiş, onlardan ne zaman kasabaya birileri gelse fotoğrafları sanki yerel bir bayramda bayrak asar gibi asmalarını istemişti. Bu kez film festivalinden dolayı hoparlörle herkesten ellerini asmaları istenmişti. Fotoğrafçının burada yaptığı şey bu sanat projesi aracılığıyla kasaba sakinlerinin de bu projeye dâhil olmasını sağlamaktı. Fotoğraf projesiyle beraber film festivali, şiir ve edebiyat günleri, bir de müze açmışlardı. Bütün bunlar köyün sakinlerinin cebinden çıkan parayla olmuştu. Zaten bu köyde para harcamak imkânsızdı…
“Sabaha kadar insanlarla şarap içip, sinemayı, kişisel tarihlerimizi, sanatın üzerindeki baskıları ve özgürlüğü konuştuk. O an kendi ülkemdeki kendi köylerimi düşündüm. Bin haneli köylerde değil sinema, yolu, sağlık ocağı bile olmayan o köyleri. Burada da kadınlar ekmeklerini arka bahçelerinde yapıyorlardı. Ama uluslarası bir festival düzenleyebiliyorlar ve taa İstanbul’dan beni çağırabiliyorlardı. “
"Eylem Kaftan"
No comments:
Post a Comment